1 Eylül 2008 Pazartesi

Seven Ages of Rock



Geçtiğimiz hafta NTV şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı rock müzik belgeseli olan Seven Ages of Rock (Rock Müziğin Yedi Hali) adlı seriyi yayınlamaya başlamıştı. 1965 yılında rock müziğin blues etkileşimli ve tabanlı olarak doğuşundan itibaren günümüze kadar bu müziğin evrilmesini anlatan, kanaatimce fevkalade başarılı bir yapım.

İzlerken gözyaşlarımı hiç tutamadım. Bu kadar karaktersiz bir çağda yaşıyor olduğum için üzüldüm, tutkusuzluğumuza üzüldüm, geç doğduğuma lanet ettim, demokrasinin gerçekten çoğunlukların faşizmi haline geldiğine üzüldüm. Dünyanın eskiden çok daha anlayışlı bir yer olduğunu gördüm, insanların inandıklarını ne kadar naif bir şekilde anlatmaya ve paylaşmaya çalıştıklarını.. Apolitik ve her şeye tarafsız gençliğe üzüldüm. Kimse herhangi bir tarzın mensubu olmak zorunda değil elbette ya da bir akıma şiddetle bağlı olmak. Fakat ben kendimi öyle hissediyorum. Bağlıyım bir şeye, bağlı olmayı seviyorum ve bağlı kalmak istiyorum.

Bu belgeselde gösterilen konser videolarında sanki ben de o kalabalığın içindeydim. Sanki kadrajın dışında kalmış ama hep orada olmuştum. Şarkıların vücuda gelişine an be an tanıklık etmiştim. Londra'nın ezber dışı partilerinde sabaha kadar içip, sızmadan önce gitara dokunmasıyla dünya üzerindeki en muhteşem bestelerin başlangıçlarına adım atanların yanlarındaydım sanki. İçimdeki kayıp olduğunun farkında dahi olmadığım yarımları onlarda buldum, o zamanlarda. Warhol'un çocuklarından biriydim sanki ben de. Chelsea Otel'de ikamet ediyorum; beat generation'ı seviyorum :)

Feed your head.