17 Eylül 2008 Çarşamba

Rick Wright


RICHARD WILLIAM WRIGHT
Önce Sigma 6 vardı. Kolejden arkadaşlar Rick Wright, Nick Mason ve Roger Waters'tan müteşekkildi. Syd'in gruba katılmasına kadar bu isimle varoldular. Sonrasında ise Pink Floyd. Yaptıkları psychedelic müzik o kadar çok insanın kafasındaki kapılara dokundu ki ilah haline geldiler. Burada Pink Floyd tarihçesini anlatacak değilim ama o kadar özel insanlar bu adın altında birleşmişti ki içinizdekileri onların anlatmasına müsaade etmemeniz işten değildi. Syd Barrett'ın gruptan ayrılmasıyla daima sürecek bir Roger-David kapışması başladı. Sezar'ın hakkı Sezar'a, bütün başarı da bu iki isme yüklendi. Kim bilir, belki de bu sidik ve liderlik yarışı içlerindeki yaratıcılığı körüklüyordu. Bir süre sonra grup Roger Waters'ın egosu ve David Gilmour'un çabaları arasında salınır oldu. Nick Mason, Waters'tan o kadar negatif enerji alıyordu ki çalamaz hale gelmişti, Gilmour'un yüreklendirmesiyle davuluyla barıştı. Fakat bu tantana sürüp giderken dahi çizgilerini hiç kaybetmediler. En çalkantılı dönemlerinde bile kült eserler vermeye, milyonların aklını başından almaya devam ettiler. Sakinliğini ve profesyonelliğini hiç kaybetmeyen Rick sayesinde olmuştu bu galiba. Müzikalite baabında da Gilmour'un grupta öne çıkmasıyla açılmaya başladı. 1971'de Echoes'ta ruhunun ve kendinin tam akışını sağladı. Remember a Day'i vücuda getirdi, Us and Them ve tabii ki The Great Gig in the Sky. Dark Side of the Moon'u ve Wish You Were Here'ı şu anda oldukları hale getiren Rick'in büyülü dokunuşlarıydı. Evet, dünyanın en iyi enstrüman spesiyalistleri arasında sayılmıyordu, evet, bir virtüöz kabul edilmiyordu belki ama yeteneği, yaratıcılığı ve kafası o kadar yüksekti ve Gilmour'la öyle güzel ve kolay bir müzik telepatisi kurabiliyordu ki, parmaklarıyla tuşların birleştiği her saniye başka bir şahesere gebe kalıyordu.


Ve bu güzel adam 15 Eylül 2008 tarihinde güzel notalarını da alıp gitti. Rock tarihinin gördüğü en büyük gruplardan birinin ve sevenlerini gözünde bir damla yaşla bıraktı. İçimiz bir yakınımızı kaybetmişçesine acıdı. Önce anlamadım neden bu kadar üzüldüğümü ama sonra piyanosuyla aydırdı beni, "elbette yakınınım" dedi, "kimle konuştun sırlarını bizim kadar, kimle ağladın, kimle bu kadar doruğa çıktın ki başka?" dedi. Hak verdim ona, evet, ben çok yakınımı kaybettim. Başım sağolsun.