14 Temmuz 2009 Salı

Hayat

kimseyi umursamayan dünyanın en özgürüdür, belki tek özgürü.
ister süslü kelimeler ile anlat onu, ister küfret ağzını doldurarak, ister anlamlar yükle üzerine, istersen anlamsızlıklar...
hayat karakterlidir, o seni umursamaz, o gidişatına bakar, ne süslü kelimelerin için sana ödül verir, ne küfrettiğin için nefret eder senden, ne verdiğin anlamı kabul eder, ne anlamsız dedin diye anlatmaya çalışır kendini sana.
hayat cömerttir, karşılıksız verir sana ne verirse, az değer verdin diye kısmaz vereceğini, çok değer verdin diye artırmaz vereceğini.
hayat adaletlidir, kimseye hak ettiğinden daha fazlasını layık görmez, demokrasi gibidir, herkes hak ettiğini alır hayattan, ne bekliyorsan onu verir sana.
hayat prensiplidir, kimseye 1 gün fazla yaşam vermez, kimseden 1 gün yaşam çalmaz. kuralı neyse, zamanı neyse o zaman alır seni.
hayat saftır, taktik yapmaz, oyun oynamaz, arkandan iş çevirmez, ne yapması gerekiyorsa yüzüne karşı yapar. açık açık yapar. göstere göstere yapar.
hayat sonsuz boşluktur, doldur diye verir kendini sana, ister güzellik doldur, ister çöp doldur, ne güzeli sever, ne çöpü yerer.
hayat köpektir, sadıktır sana, yanından ayrılmaz, kızdığında kaçmaz, sev beni diye gelir, besle beni diye gelir.
hayat üzgündür, hep ağlar birileri için, insana mutluluğu anı olarak bırakır, acıları kendine saklar, insanda bırakmaz.
hayat pişmandır, insanların insanlara yaptığına sebep olduğu için.
hayat ölümün kardeşidir. kardeşini sevmeyi öğrenemezsen, hayatı sevmeyi öğrenemezsin.

27 Mart 2009 Cuma

Peyderpey Saadet -III-

Birinin sizin için soyup, dilimlediği meyvelerden oluşmuş bir tabak.
Anneanne evi kokusu. (annane evi hatta)

26 Aralık 2008 Cuma

Bir Evren.

all theories
like cliches
shot to hell,
all these small faces
looking up
beautiful and believing;
i wish to weep
but sorrow is
stupid.
i wish to believe
but belief is a
graveyard.
we have narrowed it down to
the butcherknife and the
mockingbird.
wish us
luck.


ayvalık'tan denizi izleyenlere..

24 Aralık 2008 Çarşamba

Kendilik

"Kendi usulüyle, varoluş amacı salt kendi üzerinden hareketle biçimlenmiş bir kendi kendini gerçekleştirme haline verilen ad.
Kolektif oluşlara ters düşen bir ilkedir -zira kendi kişisi, oluşunu kolektif gayeler ile değil, bireysel gayeleri ile tamamlar.
Kendi için varolur, kendi için yapar.
Başkaları için "yapmaz". Çünkü başkaları için/adına/hatırına/istedi diye/doğru olduğuna inandığı için/beğensin diye/kendi hakkında kötü düşünmesin diye/onaylasın diye/yararlansın diye/mutlu olsun diye yapılan hiçbir şey neticesinde "varoluş" gerçekleşemez. Bu yüzden, fikri yaratıcılığın kişiliksizleşmesine sebep olacak "consensus toplantıları"na girmez. Kendi fikrini beyan eder, başkalarınınkini merak ederse kendi sorar, kendisininki sorulduğunda da söyler. Ama bunları tartışmaya ve karşıt görüşler ile bir "uzlaşmaya" varma, “ortak bir yol belirleme” doğası gereği "fikrin kişiliğini yitimesi"dir. Bu yüzden, “tamamlanamayan” bireylerin bir araya gelerek ulvi bir amaca hizmet ediyormuşçasına toplu mastürbasyon yaptıkları ve tüm bireysellikleri “öldürerek” kendi çaplarında “ortak bir yol” belirledikleri toplantılardan da uzak durur “kendi” kişisi.
Kolektivist manipülasyondur bu çünkü, “iyi niyet”le adam düzleştirmenin terimcesidir; yüzyıllar boyunca yapılagelmiş geleneksel bir “yönetim” biçimidir. Bunu, “toplum hayrına” yaptıklarına önce kendilerini, sonra etrafınlarındakileri inandırırlar. Hepsi kötücül ve “yönetme” hırsıyla yanıp tutuşan insancıklardan müteşekkil değildir elbet; bazıları sadece salaktır ve salak oldukları gerçeklerle yüzlerine vurulduğunda, küstah ve bencil bireylerin zulmüne uğrayan, “oysa tüm niyetleri topluma faydalı olmak” olan mağdurlardır. Salaklarla zekileri ve yaratıcılarla asalakları “eşitlik” ve “adalet” adı altında aynı kefeye koyan bir “tekbiçimciliğin” ve “faşizm”in tezahürü olarak da, salaklara salak olduğunu gösteren ve onlarla birlikte hareket etmeyen küstah ve bencil bireyleri lanetlerler ve “onlara rağmen” “davalarını” sürdüreceklerine ant içerler. (ara not: birilerinin onayına ihtiyaç duymayan, kendine mutlak değer biçmiş ve vakit ve enerji kaybı olan salaklara saygı göstermeyen herkes küstahtır bunlara göre. Asıl narsiszm budur oysa: "sen nasıl bizim onayımıza ihtiyaç duymazsın" düsturudur zira.)

Kendiliğini gerçekleştiren insanın, kimsenin onayına zımni veya açık ihtiyacı yoktur. Bu onay, yukarıda atfolunan “tamamlanamamış kişi” için çeşitli biçimlerde görünür: ne kadar çok kitap okuduğunu, ne kadar sevgi dolu olduğunu, ne kadar “adil” olduğunu, ne kadar “bilim insanı” olduğunu, ne kadar “insan” olduğunu herkese duyurma ihtiyacı duyar. Herkesin “ablası/abisi”dir. Bu onayı almazsa, bir “hiçtir” çünkü- ve hiç olmak hiç de kolay bir iş değildir. Bu “herkesin sevdiği kişi” olmak için verilen onursuz emek de, bir tür yönetim biçimidir. Merkezine “ulvi kolektivist amaçları koyuyormuş” gibi yapıp, aslında kendi özsaygı kırıklığını koyduğu bir komunite yaratarak, kişileri kontrol etme kapasitesi sağlamak için mide bulandırıcı bir çabadır. Bu yol, kendilikten uzak bir, “başkaları üzerinden varolma” biçimidir. Asalaklıktır. (ara not: “başkaları üzerinden varolma”, onaylayıcı bir tonda gerçekleşmek zorunda değildir. Kabaca söyleyecek olursak, “reklamın iyisi kötüsü yoktur” gibi, olumsuzlayarak da bu iş yapılır. Birinin fikri üretimine karşı sav geliştiremeyecek “tamamlanamamışlar”, o kişinin kaşına gözüne, sevgilisine, eski kocasına, atkısına, beresine, niye evlenmediğine veya niye evlendiğine de saldırırarak varolurlar. Asalaklığın bir başka korkunç türü.)

Kendilik yoksunluğu, koskoca bir hayatın boşunalığıdır. Bu yüzden, “başkalarına faydalı olmak”, “tasavvufi bir bir’liğin önemsiz bir parçası olmak” bu boşunalığın yanaklarına allık sürer, sebebi olur. Atfolunan tamamlanamamışlar ayrıca, özendiği oluş biçimlerine benzetmeye çalışır kendini çaktırmadan; bunun adı da elden düşmeciliktir. Gerek üzerinde çalıştığı konular, gerek konuşma/yazma üslubu, gerek duruşu itibariyle izini sürdüğü “üst” düzeyde duran rol modelleri vardır. Bazen bunları kendine bile itiraf etmez- ama içindeki aşağılık kompleksini ve sınıf atlama dürtüsünü bir parça olsun rahatlatabildiği tek yol budur. Oysa çare, aşağılık kompleksine neden olan “eksikliği” tamamlamaktadır. Salt kendi olarak/olabilerek. Fikir üretmek, konuşmak değildir. (ara not: konuşmak vakit kaybıdır esasen ve ekseriyetle). Aynı şeyin yüzlerce söylenme biçimi vardır çünkü. Daha önce üretilmiş bir fikri, kendi ilk defa keşfediyor diye “yeni” olarak pazarlamak, seslenileni aptal yerine koymaktır. Taklit etmede bir tür cahil cesareti yatar bunun için. Farkedilmedi sanmak. (ara not: kolektivizmin bu konudaki kazığı da, “taklitçiliği”, tekbiçimciliği teşvik etmesinden ötürü doğrudan onaylıyor ve geçerli kılıyor olmasıdır.) "

22 Aralık 2008 Pazartesi

İlk Atışta Vurulmamak Dileğiyle..

Ölüm, başımıza gelen en büyük felakettir. Aslında biz öyle sanırız.
Oysa, başımıza gelen şeylerin en ağırı, ilk anda üzerine iyi ya da kötü etiketini yapıştıramadıklarımızdır. Birine aşık olmak iyidir. İyinin de ötesinde muhteşemdir. İstediğin motoru almak iyidir. Daha iyi ev de iyidir. Diğer tarafta ise ölüm kötüdür. Ayrılık kötüdür. Bir dostu yitirmek çok kötüdür.
Peki, başa gelen olayın sonucunda kendini yitirmek nasıl bir durumdur? Eski kendine, sendeki manası silinmiş eski bir sevgili gibi yabancılaşmak hangi başlığa aittir? İyiye mi, kötüye mi?
Hiçbir insan uğurladığı "eski" kendisinin arkasından kötü konuşmaz! Kucağına aldığı bembeyaz yenisine umutla bakmaması gibi bir durum da söz konusu değildir. Acıyı körükleyen de işte bu ikilemdir.
Başımıza gelen bazı hadiseler, bizde büyük izler bırakır. Bunların üstesinden gelmenin tek yolu zaman sığınmaktır.
Başımıza gelen bazı hadiselerse bizdeki büyük izleri siler. O günlerde zaman artık senin iksirin değildir. Zamanın tek yaptığı sana, gün geçtikçe o olayda silinen izler değil, "sen" olduğunu anlatmaktır.
Bu en zorudur, en ağırıdır.
İnandıkların, hissettiklerin, düşündüklerin, hatırladıkların ve unuttukların... Bunları silecek kudretteki yaşanmışlıklar, gerçekte seni silmişlerdir.
İşte bu yüzden, ardından en çok ağlayacağımız ölüm, bizi biz yapan şeylerin ölümüdür. Bir kalecinin elleri koptuğunda, kopup giden iki el değil, tüm bir yaşamdır. Bir şarkıcının ses telleri işlemez hale geldiğinde, kaybedilen bir gırtlak değil, tüm bir kimliktir. Yaşadığın bir olay, eski seni "sen" yapan şeyleri elinden aldıysa, o gün gerçekten ağır bir gündür. O gün sen ölümü yaşamışsındır. Ama aynı zamanda o gün senin doğum günündür.
Çünkü, dünyaya yeniden gelmişsindir.
O gün avazın çıktığı kadar ağlamak istersin ama annenin veya babanın yanıbaşında seni pişpişlemek üzere hazır beklemediğinden adın gibi eminsindir.
Ağlamak dünyaya geldiğinde yaptığın ilk keşiftir.
Hiç şaşmaz...
Ağlamaya başlarsın, ihtiyacın olan anne şefkati servise hazır, yanıbaşındadır. Yıllar sonra ağlamak istediğin o anda hayatta bile olsalar onlar artık gerçek anlamda senin annen ve baban değillerdir.
Çünkü, onlar sadece ve sadece bedeninden yeniden doğduğun günler için anne ve baba sıfatını taşımışlardır.
Kimliğinden yeniden doğduğun anlarda, bir bebek kadar zayıfsındır ama ondan daha önemlisi yapayalnızsındır. O gün fikrine güvendiğin dostların da yanında yoktur. Çünkü "eski sen"i gömdüğün o gün sen, "eski sen"e ait her şeyi ve herkesi onunla birlikte gömmüşsündür.
Eski dostların sihri "yeni sen"de geçerli değildir artık. Yeni dostlarını bulmak için ise önce yeni kendini tanıman ve sevmen gerekecektir...
Başımıza gelen olayların en ağırı, asla nerede, ne zaman, nasıl yaşadığımızla ilgili değildir. O olay, KİM olduğumuzu kökünden sarsmıştır. İnandıklarımızın yanlış olduğunu ispat etmiştir bize.
"En ağır" sıfatını bu yüzden dibine kadar hak etmiştir...

Peyderpey Saadet -II-

Kendini ve kendine ait hissettiğin bir odada uyanmak.
Mor menekşene isim bulmaya çalışmak.

Cevap Bulmaca -II-

Değer vermek sadece matematikte mi işe yarar?
Dost dediğin sadece keyfine mi bahanedir?